23 Mart 2008 Pazar

Yenilenmek


Buz tutmuş gölün üstünde su arayan sığırcıklar üşümez.

Üşüyen içimizdeki sığırcıktır, üşüyen biziz.

Dağın yosun tutmuş kayalarının diplerinde sonbaharda kızaran çiçekler, sevinçten kızarır. Mutluluktan kızarır. Yeniden çiçek açmak için solduğu için kızıl kızıl kızıllaşır.

Tıpkı yanakların gibi, her heyecanda kızaran, her yenilenmede sevinen yanakların gibi.
Kayaların köklerindeki çiçekler gibi, yenilenmeni kutlamayı unutma.

Takvimine bunu işaretleyebilirsen işaretle. Ama unutma.

Ö.Yüksek

Oynamak


Kanatlarımızı birleştirelim. Kuş olalım.
Önce havaya püskürelim, sonra yere doğru yaklaşalım hızla, hızla.
Bir şaşırtma, bir oyun, yine havaya yükselelim.
Rüzgârla kuşların oyunu böyle olsun.
Bu oyuna bazen bulutlar, bazen yağmur, bazen güneşin kahkahası katılsın.
Sen de katıl. Ne duruyorsun?
Hepsini tanıyorsun. Hangisi sana yabancı? Kuşlar mı, rüzgâr mı, yağmur, güneş, bulut mu?
Doğanın bayram günlerini kendin içinde işaretle.
Cumartesi öğleden sonra ya da salı sabahı erkenden, ya da başka bir günün başka bir saati,
unutma, kuşlarla dans etme günün.
Ö.Yüksek

16 Mart 2008 Pazar

Ah Minel AŞK

Gelsem bir adım ateş olur yakarsın,
gelmekten vaz geçsem
ateş olur yanarım

NOKTA


İnsan ömrünün sonuna kadar kendini inşa eder. Olaylar, acılar, gözyaşları sevinçler yaşanılan her şey kendini inşa ederken kullanılan malzemelerdir.

Bir bebeğin parmaklarınızı sıkarkenki sıcaklığını duyumsar bir tuğla yerleştirirsiniz sevgi odanıza

Masalınızın kahramanıyla karşılaşırsınız ama onun başkasının masalının içinde olduğunu görür, kalbinizin üzerindeki acıyla büyümenin tuğlasını koyarsınız acılar odanıza

Sokaktaki tinerci çocuğun gözleri gözlerinize değdiğinde gözlerine bakamamanın suçluluğuyla bir tuğla daha koyarsınız suçluluk odanıza

Kalabalıklar arasında sağır edici bir sessizlik yaşarken yalnızlık odanızın duvarlarını örersiniz gözyaşlarınızla

Değişken insanların varlığına mı yoksa şaşkınlık odanızın genişliğiyle mi daha çok şaşırırsınız?
Yaşanılan olayların sonucunda hissettiklerimiz ve dışavurumlarımız

Ölümün noktasıyla sonlanan kendimizi inşamız

Bizden geriye kalan kendimizi inşa ederken etrafa bıraktığımız kalıntılarımız

Sonra onlarında noktası

Son noktamız

KRİZANTEM



Sesimi duydunuz mu? Dudaklarımdan dökülen sözcükler size ulaştı mı? Bir anlam belirdi mi aleminizde yoksa size karışamadan hava zerrelerinde uçup gitti mi?
Nerede yanlış?
Sizde mi yoksa bende mi?
Yoksa duygularımı yüklenen kelimelerde mi?
Anlattıklarım neden sizde yankı yapmıyor?
Bana geri dönen anlamlar geceleri yalnızlığımda büyüttüğüm düşlerim neden değil?
Çocuk ruhum sıkılıyor.
Sıkıldıkça çoğalıyor yalnızlığım.
Çekip gitsem buralardan diyorum.

...
Mevsim sonbahar. Aylardan Kasım. Şehrin sokaklarında sonbahar kırıntıları…
Her yer mevsimin rengi.
Başım önde, ayaklarım yerdeki kuru yaprakları savuruyor.
Beyaz, mor, kırmızı!
Sarıya inat bu renk cümbüşü de ne?
Krizantem çiçekleri…
Sonbaharın ortasında kendi baharlarını yaşıyor.
Oysa sonlarda hep sonlar yaşanır bilirdim. Sonbaharda baharlarını yaşayanlarda varmış. Kasım bana sonu hatırlatırken krizantemler için bir başlangıçmış. Fark edememişim.
Sahi sonbahara ilkbahar bittiği için mi sonbahar denmiş yoksa kıştan önce yaşanan son bahar olduğu için mi?
Sorular sorularımı sırtlandı.
Ben krizantem çiçeklerini koklamaya soluklandım.
...
Ah krizantem içimin baharına denk düşen sonbaharın bahar yüzü…
Ah yanlış anladıklarım ve kendimi yanlış anlatışlarım…
Oysa siz ne ilkler yaşamışsınız benim sonlarımda ve ben ne ilkler yaşamışım sizin sonlarınızda.
Benim sözcüklerim sizde yankı yapmamış çünkü ben sonbaharlarda bahar şarkıları söylemişim.